
Bion’u başta sürekli başkalarından dinlemek zorunda kalırız. Zihnimize bir tohum atıp ortalıktan kaybolur. Ama büyüyüp yeşereceğinden o kadar emin olduğumuz bir tohumdur ki dönüp de gidemeyiz. Orada yavaş yavaş köklenir. Ve kendini, potansiyelini, geleceğini hayal ettirir.
Bion’un kuramı ve yazısı belli belirsiz bir hissin sizi sürekli beslemeye devam etmesi gibi. Belirsizliğe düştüğünüzde orası için de bir alanı var. Doluluğun tıkışıklığı, bilmenin kibri yok.
Bion, ruhsallığı bir yeme ve sindirme işleviyle düşünür. Ruhsal sindirim kavramını dünyada bize temas eden tüm şeylerin bizdeki etkilerini anlamak için öne sürer. Ve günlük yaşam da dahil olmak üzere tüm yaşama düşsel bir anlam verir. Bu, dış gerçekliğin olmadığını değil insanın gerçeklikle nasıl ilişki kurduğunu anlatmak için anlamlıdır. Her insanın içsel gerçekliği içinde dünyayı nasıl gördüğü ve nasıl deneyimlediğine odaklanır. Düşe ait unsurları yaşama ait unsurlar olarak gördüğü için yaşam da aynı düş gibi hafıza izlerinden, baskın duygusal deneyimden oluşur. Mesela bir düşte aranan anlam duygusal deneyim ise yaşamdaki anlam da duygusal deneyimdir. Bion, Freud’un haz kuramını coşku manasında tekrar yapılandırır. Kavramın doyum anlamını genişletip harekete geçiren (emotion) olarak yeniden düşünür. Ve yaşam deneyiminin daha çok dil öncesi, simge öncesi alanına atıf yapar. Dolayısıyla düş onun için düşüncedir aynı zamanda. Fakat dile ait olmayan bir düşünce. Düş düşüncesi. Bu anlamda da ruhsal yapılanmaya dilsel bir anlam atfeden daha yapılandırıcı yaklaşımlardan ayrılır. Ve doğrudan deneyimin kökenlerine uzanır.