
İçsel nesnelerden bahsettiğimizde Klein’yen manada kaynağını fantezi ve hafıza izlerinin farklı ağırlıktaki kombinasyonlarından alan, zihinsel işleyişi (algılama, bağlantılandırma yorumlama vb.) ve onunla bağlantılı oluşan iç gerçekliğe katkı sağlayan bir oluşumdan bahsediyoruz. İçsel nesneler kaynağını Melanie Klein’ a göre ağırlıklı olarak bilinçdışı fantezilerden alır. Tüm öznel yaşam deneyimimizi şekillendiren, duygulanım yüklü deneyim kapsülleri olarak da düşünebiliriz içsel nesneleri.
Zamanı bir dış nesne olarak düşünmek yaşam deneyimimizi oluşturan ana etmen olduğunu hatırladığımda bana çok ilgi çekici geldi. Çünkü öznel zaman deneyimimizi de bu içsel gerçeklik alanında tutuyoruz. Bir nesneye nasıl ki iki kutuplu bir spektrum içinde bakıyoruz, zamana da öyle bakabiliriz, yani zulmedici bir nesne olarak zaman ve kucaklayıcı bir nesne olarak zaman olarak.
Zulmedici nesne deneyimimizde zamanı bizden çok önde giden ve yetişemediğimiz, kafamıza vura vura bizi ilerlemeye zorlayan, boğazımıza yapışıp nefes almamızı engelleyen, donmuş, aşırı yavaş, aşırı hızlı gibi deneyimleyebiliriz. Zulmedici nesne deneyimimize ait tüm ketlemeler, sıkışmalar, boğmalar hoşnutsuzluk duygulanımımızı derinleştirir.
Onun dışında kucaklayıcı nesne deneyimimizde zamanı bizi büyüten, besleyen, senkronize hissettiğimiz, gayet yeterli, akış içinde gibi deneyimleyebiliriz. Kucaklayıcı bir nesne deneyimimize ait tüm tutmalar, okşamalar, özgür bırakmalar da hoşnutluk duygulanımımızı zenginleştirir.
Bu spektrumu gün içinde, hafta içinde defalarca tekrarlarız. Zaman örneğin sabah bazen çok kucaklayıcı olurken öğleden sonra zulmedici hale gelebilir. Tıpkı ilişki kurduğumuz tüm ‘nesneler’ gibi. Buradaki elzem geçiş Winnicot’un geçiş nesnesi, nesne kullanımı, oyun kapasitesi kavramlarıyla zenginleştirilebilir. Bu yazıda yalnızca geçiş nesnesi kavramıyla olan ilişkisine çok kısa değineceğim.
Susan Kavaler Adler, zaman deneyimini Winnicot’un geçiş nesnesi fenomeni üzerinden incelediği seminer konuşmasında ‘zamanla oynayabilir miyiz?” şeklinde çok veciz bir soru sormuştu. Bu soruya karşılık benim zihnimde hemen hafıza izlerinde seyahat etmeye, zamana bağlı deneyimleri kaydetmeye çok meyilli olan insanlık fotoğrafı yerleşti. Ve gözümün önüne arka arkaya dizilmiş hareketli fotoğrafların bir hareket illüzyonu yaratması geldi. Bu hareket illüzyonunu ( hızını, rengini, tadını, kokusunu) sağlayanın geçiş alanı olduğunu düşündüm.
Winnicot’un geçiş nesnesi kavramı Melanie Klein’ın içsel nesnesi gibi sabit bir kavram değildir. Yani körü körüne iç nesneye veya dış nesneye bağlı değildir. Ara bir alandadır ve tam da ifade edilen geçişi, hareketi sağlar. Bu geçiş olmadığında zamanı zulmedici bir nesne olarak deneyimleriz. Çünkü kucaklayıcı bir nesne haline geçebilmesi için gerekli hareketli mekanikten yoksundur. O halde tekrar soralım zamanla oynayabilir miyiz? Geçiş nesnesinin oluşum aşamalarını mümkün kılan bir gelişimde zamanı daha esnek bir alanda yani geçiş alanında deneyimlemek mümkün olabilir.
Böylelikle Kavaler Adler’in spiritüel bağlamda ifade ettiği üzere zaman “sonsuz bir şimdide” halini taşır ve bizimle akan, bize eşlik eden bir tona bürünür. En azından her zaman olmasa da yeterince iyi bir yaşam deneyimi için yeterli bir zamanda diyelim 🙂