
Hayat hep bir düş, kayıp ve arayış arasında sallanmak gibi. Ve insan olarak ruhsal kapasitemiz bu üç yeti üzerinde şekilleniyor.
Düşlemleyebilmek, kaybedebilmek ve arayabilmek.
Düşlemleyebilmek, kaybedebilmek ve arayabilmek.
Bir şekilde bazı yerlerde tökezleriz. Bazen düşlemleyebilmek imkansızlaşır ve içsel bir çöl ile karşılaşırız. Görevlere, yapılacaklara bize söylenenlere göre yaşanan bir hayat içinde buluruz kendimizi.
Bazense kaybedebilmekte tökezleriz. Kendimizde olanı, ötekinde olanı, dünyada olanı, zamanda olanı ne varsa kendimize alıp yaşadığımız, onu kaybetmekte zorlanırız. Gerçeklikle ilişkimiz blurlaşır. Sanki kaybetmemiş gibi olmaya tutunuruz. Depresif bir şeye girmiş gibi görünürüz ama aslında kaybın depresif duygulanımına çok uzağızdır. Daha çok kaybetmemiş olma ihtimalinden bizi alıkoyan şeylere karşı melankolik bir havaya gireriz.
Bir de arayabilmek var. Geleceğe yönelik yaşamsal bir çaba. Bazen burada tökezleriz. Bir sonraki adımı aşırı düşünmek veya hiç düşünmemek gibi zihnimizde arayışın sorumluluğuna karşı işleyen bir ağırlık ile karşılaşırız. Sonraki adıma bu kadar yoğun bir yatırım yapmak da bizi olduğumuz yerde saymaya iter. Yaşamda donarız.
Psikoterapi bence tam olarak bu yetilerimizin nerelerde tökezlediğini ve nasıl yeniden canlandırabilecegini çalışır. Yani yeniden düşlemleyebilmeye, kaybedebilmeye ve arayabilmeye başlamak için gerekli serbest alanı sağlamakla yükümlüdür.
Bir Cevap Yazın